9 Aralık 2010 Perşembe

Günün menüsü: Yumurta, kuzu, biber, çorba

Güncel siyasetin son menüsünde, kâfi miktarda yumurta karıştırılmış kuzu (üzerinde kokteyl şemsiyelerle), özel biber gazıyla terbiye edilmiş kırık burun kemiği ve geleneksel “örgüt” çorbası bulunuyor.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (SBF) düzenlenen “Türkiye’de anayasa” konulu bir konferansta, katılımcılardan önce CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum’un, hemen ardından da AKP milletvekili Burhan Kuzu’nun protesto edilmesi öğrencileri bir kez daha gündeme taşıdı. Sonuç: İktidar, protesto edilen konuşmacılar, görüşü sorulan siyasetçiler ve abuk bir açıklama yapan YÖK Başkanı yumurta krizinden geçer not almış değil.

“O yumurtaları atacaklarına yesinler, zihinleri açılır belki… 30 yıldır hocalık yapıyorum, bu kadar beyinsiz öğrenci grubunu bir arada görüyorum” diyen Kuzu’nun bu demeçleriyle de teyit edildiği üzere tartışmanın odağına öğrencilerin eylem biçimleri oturtuluyor. Kimse protestoların nedenine, öğrencilerin taleplerine dikkat çekemiyor. Bunu şimdilik bir kenara koyalım, burada tartışılacak bir konu varsa o da Pazar günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde üniversite rektörleriyle gerçekleştirdiği toplantıyı protesto etmek isteyen öğrencilerin Dolmabahçe’de neden acımasız bir polis şiddetine maruz kaldığıdır.

Dolmabahçe olayı aslında toplumun geleceği açısından umutsuzluğu artırıyor. Böyle bir olayda bile uzlaşamayan bir toplum, hangi olayda uzlaşacak? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki, öğrencilerin gayet doğal, üstelik demokratik hakları olan bir protesto girişiminde, polis tekmeleriyle karnındaki bebeğini kaybeden 19 yaşındaki bir insana neden bu yaşta hamile kaldığı ve hamile haliyle neden eyleme katıldığı üzerinden suçlamalar yöneltilebilmektedir? Bu, “Eğer bir toplumsal eyleme katılıyorsanız ve iktidarı protesto etmek istiyorsanız polis dayağıyla karşılaşacağınızı bilin” mesajıdır. Sanki normal olan toplumsal muhalefet değil, bunun acımasız bir şiddetle polis tarafından bastırılması.

Devlet Bakanı Ali Babacan’ın Ankara SBF’deki olayı öğrenci eylemi değil, “örgüt işi” olarak tanımlaması da iyice çorbaya dönen mevzuya tuz basar nitelikte. Böylece 1980’lerden itibaren nerede bir öğrenci protestosu yaşansa bunları “örgüt işi” olarak niteleyip toplumun dışında hareketler olarak göstermeye meyilli siyasetçilerin arasına katılmış oldu. Garip olan “İleri demokrasi noktasında” referandumda 12 Eylül’le hesaplaştığını ve darbe anayasasını değiştirdiğini iddia eden AKP’nin bu kalıplaşmış 12 Eylül zihniyetiyle toplumu okumaya ısrarla devam etmesi.

Başbakan Erdoğan, “Polisimiz gerekli tavrı ortaya koyacaktır” diyerek bir siyasi gafa da imza atmıştır. Yani bundan sonra bu tür durumlarla karşılaştığında polise nasıl davranacağıyla ilgili gerekli salahiyet en yetkili makam tarafından verilmiştir. Ayrıca YÖK Başkanı’nın bir süre “siyasilerin üniversiteye davet edilmemelerini ve konuşmak zorunda kalmamalarını temenni etmesi” de başka bir gaftır. Abdülhamit’in son Maarif Nazırı Mustafa Haşim Paşa’nın “Mektepler olmasa şu Maarif’i ne güzel idare ederdim” şeklindeki sözü var ya hani güldüğümüz. İşte bu mantıkla karşı karşıyayız. Siyasetçiler üniversitelere gidip konuşmasa, öğrenciler hiçbir şeyi protesto etmese, her şey süt liman devam etse, hayat bayram olsa, başımız hiç ağrımasa.

Ancak bir demokraside özellikle iktidardaysanız başınızın ağrımasına razı olmak zorundasınız. “İleri demokrasi noktası”ndan dem vurup öğrencileri şehirlere sokmamak, tek bir eleştiriyi bile kabul etmemek normal değil. Normal olan öğrencilerin, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının eylem ve protesto haklarını sorgusuz kabul etmektir. Çağdaş demokrasi noktası burasıdır. Konu yumurta değil, demokrasi meselesidir.

(Fotoğraf: Anadolu Ajansı )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder